Anlatma eylemi insan doğası için temel gereksinimlerin başında yer alır. Bununla birlikte kendisini zamanın ruhuna göre yeniden düzenleyip değiştiren bir doğaya da sahiptir. Kuşkusuz her uygarlığın ve geleneğin anlatıcılık biçemleri nasıl değişime uğramışsa Geleneksel Türk Halk Hikâyeciliği de teknik, tematik ve estetik ölçütlerde değişim ve dönüşümler yaşamıştır. Yanı sıra, geleneğin izini süren, geleneği devam ettiren ama aynı zamanda çağın gerektirdiği yapısal özellikleri üzerinde barındıran (halef – seleflik) hikâye anlatıcılığının Türk anlatı sanatına yeni değerler kazandırdığı da açıktır. Böyleyken günümüz anlatı sanatında ciddi bir paradoksal yapının bulunduğunu da söylemek gerekir. Bir tarafta Benjamin’in de ifade ettiği şekliyle, hikâyeler çağının bittiğine dair sav, diğer tarafta içeriği hafife alan bu çağa hikâyelerle direnen meddah, masal anlatıcısı, stand-upçı gibi anlatıcılar. Belki millet olarak, bugün, bu ikircikli durumun sebep olduğu kültürel travmayı fazla hissetmiyor olabiliriz, fakat yarın sözlü kültürümüzün ve anlatı geleneklerimizin nasıl bir türbülansa muhatap olacağı çok da kestirilebilir değildir.