Abstract

Bu çalışma, küreselleşen dünyada modernite ile başlayan ve post-modernizme evrilen süreçte sekülerizm tehdidi ile karşı karşıya kalan toplumun durumunu konu edinmiştir. Sekülerleşme Latince saeculum kelimesinden gelmekte olup “asır-devir” anlamına gelmektedir. Bu kelimeye ilerleyen zamanlarda “dünya” veya “Tanrıyla uyuşmayan hayat” anlamları yüklenmiş ve en nihayetinde kilise hukuku ile sivil hukukun birbirinden ayrılması için kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa, aydınlanma devrinden sonra bilimsel ilerlemelere şahit olmuş, kilisenin de haksızlıkları ve toplum üzerindeki baskılarından bunalmış bilim insanları bu ilerleme devam ettiği sürece dinin bu yükseliş karşısında dayanamayacağı ve mutlak bir gün yok olup gideceği tezini ısrarla savunmaya başladılar. Ancak bu kehanetler gerçekleşmediği için bir müddet sonra bu tarz söylemler, “insanlık sosyal evrimle teolojik dönemden sıyrılacak“ şeklinde ifadelere yerini bırakmıştır. İşte bu düşünce şekli bir müddet sonra sosyal bilimlerde “Sekülerleşme teorisi” ifadesi ile yerini aldı. Bu teorinin ana fikri: Modernleşme karşısında önce dinî kurumlar, sonra dinî pratikler ve en sonunda da dinî bilinç sosyal anlamını kaybedecekti. Genel anlamda sekülerizme yüklenen bu anlamlar gereğince insanoğlunun akıl ve gönül dünyasından Tanrı çıkarılmıştır. İşte Tanrı’nın hayattan çıkarılması ve âlemin kutsala ait tüm düşüncelerden arındırılması ile beraber, dünyevileşme adı altında hayatın Tanrı tarafından değil, çağın ve aklın gereklerine göre yeniden dizayn edilmesi şeklinde bir anlayış insanoğlunun gündemine girmiştir. Dînî düşüncenin, sosyal hayattan tamamen çıkarıldığı bir süreç olan sekülarizasyon ile dini olan her şeyin insan hayatı üzerinde olan etkisinin zayıflatılması ve etkisinin tamamen gerilemesi hedeflenmektedir. Amacımız modernitenin, günümüz toplumunun ahlaki ve îmânî hayatını nasıl etkilediğini tespit etmeye çalışmaktır. Zira modernite ile başlayıp post-modernite ile devam eden bu süreçte toplumsal yapı yeni bir insan tipolojisini beraberinde getirmiştir. Bu yeni insan tipolojisinin din ile manevi değerlere olan bakışı gün geçtikçe negatif özellikler göstermeye başlamıştır. Bu anlamda sekülerizm aklı, vahyin ve onun tebliğcisi peygamberin yerine ikame etmek sureti ile dini ve değerlerini itibarsızlaştırırken, akla sonsuz bir hareket alanı vermiştir. Bu durum insanı, vahyin karşısında son derece fütursuz bir ruh haline dönüştürmüştür. Bu uğraş, ilâhî olma vasfına sahip olan İslam’ın, insan üzerindeki etkisini kaybetmesine ve beşeri bir felsefe gibi algılanmasına sebep olacak, böylece İslam’ın, insanları dönüştürme kabiliyetine olumsuz etki edecektir. Buna ilaveten sekülerizm ve deistik bir Tanrı anlayışının egemen olduğu toplumsal arenada batılılaşma ve modernleşme adı altında kişisel çıkarlar, menfaatler ön plana çıkacak, bu ise hedonist bir anlayışa sahip yeni bir insan topluluğunun oluşumuna neden olacaktır. Vahyin olmadığı itikadi bir anlayış ile Tanrı sadece yaratıcı olarak işini yapmış kenara çekilmiş bir varlık olarak tasvir edilirken, akıl ise kendisine verilen sınırsız hareket alanı ile kaldıramayacağı bir yükün altına itilmiştir. Böylece insan, bu alan içerisinde kendi çıkar ve menfaat dünyasına göre yeni bir din, yeni bir ilah, yeni bir yaşam şekli oluşturmuş, kendisinin planladığı bu yeni duruma da din adını vererek seküler hayatı yaşam biçimi olarak seçmiştir. Elbette ki Kur’an’ın dolayısı ile İslam’ın seküler tehdide karşı bir çözüm önerisi bulunmaktadır. İslam’ın, seküler hayat anlayışı karşısında önleyici ve yönlendirici bir anlam taşıyan ahiret hayatını öne çıkardığı görülmektedir. Seküler hayatı Kur’an’ın literatürü ile anlamaya çalıştığımızda ona en yakın ifade el-Hayâtü’d-Dünya kavramıdır. Bu tabirde geçen “dünya” kelimesini etimolojik açıdan tahlil ettiğimizde salt arzuların, isteklerin tatmin edildiği bir mekândan daha ziyade bir manası olduğu görülecektir. Kur’an’a göre, dünya ve ahiret birlikteliği sayesinde, iman ve davranış ikilisinin tesis ettiği manevi duruş her iki hayatın aynı anda inşasını mümkün kılmaktadır. Diğer taraftan dünya hayatının geçiciliği, ahiret hayatının sonsuzluğu inancı, insanları devamlı çalışmaya, güzel davranışlar yapmaya, gelişmeye ve yeryüzünü birlikte en güzel şekilde imara teşvik ederken, dini, ahlaki, ictimai sapmaların ve adaletsizliklerin de önüne bir set gibi durarak belirtilen olumlu davranışların bir ömür boyu kalıcılığını da temin etmektedir. Dünya ve ahiret hayatının bütünlüğünü kavrayan, ölüm sonrası hayatın varlığına dair kat’i imana sahip olan her bireyde bir bilinç hali ortaya çıkmaktadır. Bu bilinç hali, insanların yapıp ettikleri her eylemi Allah ile ilişkilendirmesine kapı aralayacak, ölüm sonrası hayata olan iman ile de eylemlerde doğru-yanlış ayırımına dikkat ederek sürekli güzel olan davranışların yapılmasına zemin hazırlayacaktır. Kısacası, dünya-ahiret bütünlüğü seküler hayata karşı İslam’ın koruyucu tedbiri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Full Text
Paper version not known

Talk to us

Join us for a 30 min session where you can share your feedback and ask us any queries you have

Schedule a call