Abbasi Devleti’nin çevreyi kontrol etme gücünün zayıflamasına paralel olarak müstakil hanedanlıklar ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de Mâverâünnehir ve Horasan coğrafyasında hâkimiyeti ele geçiren Sâmânî Hanedanlığıdır. Merkezi gücün dağılma sürecine girdiğini fark eden Sâmânî Hanedanlığı varlığını sürdürmek için farklılıkları bünyesinde tutma esasına dayalı yönetim sistemini uygular. Farklı inanç ve felsefi telakkilerin yer bulmasına zemin oluşturur. Verimli topraklar ve ipek yolu üzerinde kurduğu hâkimiyet sayesinde ise bölgeyi ticaret merkezine dönüştürür. Bu başarı, Sâmânî kubbesi altında farklı inançların ve fikirlerin yer bulmasına, bilimsel tartışmaların yapılmasına gelişmesine zemin oluşturur. Ne var ki gerek bölgenin jeopolitik konumu gerekse iktidar mücadelesinin uzantısı olan taht kavgaları, iç isyanlar, çevresel güç mücadelesi Hanedanlığı iç tüketim katmanına sürüklemiştir. 
 Hayatının yaklaşık 69 yılını Sâmânî Hanedanlığı kubbesi altında geçiren Ebu Mansûr Mâtürîdî (852 -944) dönemin en önemli düşünürüdür. Sünni anlayışın akılcı boyutunu temsil eder. Mâtürîdî’nin özgünlüğünü rahat ve müreffeh ortama, fikri tartışmaların düşük seviyede seyrettiği tezine bağlayan görüş gerçeği yansıtmamaktadır. Fikri derinliği, geliştirdiği anlama ve yorumlama yöntemi, tartıştığı konuların ilmi niteliği, aşırı görüşlere karşı verdiği mücadele önemli bir bilgin olduğunu gösterir. Bu fikri derinliğin ve özgünlüğün tarihi süreçte “kayıp olduğu” ve adının gereği gibi anılmadığı bir gerçektir. Bunun sebebi, Bağdat ve Basra’nın, Semerkant’tan daha önemli ilim merkezi olduğu, değildir. Çünkü bu dönemde entellektüel sermayenin yer değiştirdiğini gösteren birçok veri bulunmaktadır. Temel sebep, bölgede etkin olan iktidar-yorum ilişkisidir. İslam coğrafyasında bir önermenin içeriğini ilim değil, iktidar belirler. Görüşlerinden dolayı siyasî destek göremeyen Mâtürîdî merkezin dışına atılmıştır.
Read full abstract