Sort by
Kashmir Conflict in Perspective of UN Resolutions and Narendra Modi's Kashmir Policy

Hindistan ve Pakistan, 1947'deki bağımsızlıklarından bu yana dört kez savaşmışlardır. Bu iki devlet arasındaki rekabetin temel nedeni Keşmir çatışmasıdır. Bu çalışmada, Keşmir sorununun ortaya çıkışı ve Birleşmiş Milletler’in rolü ele alınmıştır. Birleşmiş Milletler’in Keşmir'deki rolünü anlamak için Hint Yarımadası'nın bölünmesinin tarihsel arka planına değinilmiştir. Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde Keşmir sorununun hangi tarihsel süreçlerden geçtiğini ve geçmekte olduğunu ortaya konulmuştur. 1947'de Pakistan ile Hindistan arasında bölge paylaşımında ortaya çıkan en büyük sorunlardan biri Keşmir eyaletini hangi ülkenin ilhak edeceğiydi. Keşmir'in bölünmesi Hindistan’ın parçalanmasından bir yıl sonra gerçekleşmiştir. Bölünme sırasında Keşmir'in durumu Hindistan’ın diğer bölgelerinden farklı gözlemlenmişti. Dolayısıyla nüfus olarak Müslüman çoğunluğa sahipken hükümdarı Hindu olan bir prensli devlet olarak yer almıştır. Keşmir'i kimin (Pakistan veya Hindistan) ilhak edeceği konusundaki anlaşmazlık artık askeri müdahaleye dönüşmeye başladığında Birleşmiş Milletler devreye girmiştir. Bu makalede Keşmir meselesinin nasıl uluslararası bir mesele haline geldiği ve Birleşmiş Milletlerin bu meseleyi neden çözemediği hakkında bilgiler verilmektedir. Keşmir çatışması sırasındaki kritik tarihi olaylara ve Modi yönetimi sırasında Hindistan'ın Keşmir’in yönetiminde gerçekleştirdiği anayasa değişiklikleri de dikkate alarak değerlendirme yapılmıştır. Bu çerçevede Keşmir sorununun çözülmesine ilişkin bir engelleyici durum daha ortaya koyulmuştur. Modi hükümeti, anayasa değişikliği ile Keşmir'in bir bölümünü (Ladakh bölgesi) Keşmir'den ayırmayı başarmıştır.

Relevant
Perspectives of the Strategic Alliance of Science and Theology and Non-Violent Resistance to Global Challenges, Antagonism and Human (In)Security

This study aims to analyze a synergy between Science and Religion within philosophical, socio-political, and human security approaches as the solution to the longing for a peaceful, secure, and just world. It indicates the perspectives of harmony and alliance of Religion and Science and examines the theoretical concepts of non-violent resistance related to numerous global challenges. The starting point of this paper is that Science and Religion, alongside social and political dynamics, have massive effects on global challenges such as conflicts (national, geopolitical, ideological, or religious), environmental matters, globalization and migrations, growing radicalism, nationalism, human security, or influence social justice. Historically, the relationship between Science and Religion has recently ranged from conflict to hostility. The normative action of mutual understanding and the interaction and cooperation between Science and Religion depends primarily on the participants (non-politized theologians and scientists) in constructive dialogue, particularly regarding global issues. Conflicting narratives between Science and Religion is an opportunity for joint learning and contribution to a better world and a compassionate culture. Therefore, the leading ideas of the discourse across borders are the promotion of synergy between sciences and religions and cooperation between nations in promoting a compassionate society – an empathetic civilization. Non-violent dissent to global challenges should be involved in changing the power imbalance as a source of structural violence. Nevertheless, liberation must focus on social justice, sociopolitical stability, and critical human security. In facing global challenges, Science and Religion must have diplomatic value by promoting mutual understanding and using a common language through collaboration. Religious traditions and Science, strengthened by global non-religious spiritualism as the valuable means of general spiritual growth, should assert a culture of peace and dialogue for transnational challenges. However, material science and theology are not explicitly formative to growing radical nationalism, racism, conflicts, hegemonism, destruction of the Earth, and socioeconomic inequality. The healthy strategic union between Science and Religion enforced by ethical and constructive politics can support and enhance the resolution of global issues and antagonistic practices. Such a normative-formative framework should ensure that knowledge is developed to advance human, social, economic, and environmental goals according to the moral principles of each Religion.

Relevant
Representative Bureaucracy and Citizen Participation

Bir toplumda cinsiyet, ırk, etnik köken, dil, din vb. çeşitliliğin kamu hizmeti ifa etmekle görevli olan bürokratik yapıya yansıması ve bunun hizmetlere olan etkisi temsili bürokrasi kavramıyla açıklanmaktadır. Buna göre demografik yapının kamu bürokrasisine yansıması pasif temsili bürokrasi, bürokraside bu çeşitliliği temsil eden kişilerin alacakları karar veya uygulamalarında meydana getirdiği değişiklik aktif temsili bürokrasi ve bunun sembolik olmasının dahi olumlu sonuçlar ortaya çıkaracağı, bürokratın eylemine yansımasına gerek olmadığı üzerine odaklanan sembolik temsili bürokrasi olarak ele alınmaktadır. Bu noktada pasif temsili bürokrasinin oransal olarak bir toplumda demokrasinin gelişimine, aktif temsili bürokrasinin ise bu sürece katılımcı anlayışla ortaya çıkan hizmetler açısından katkı sağlayacağını söylemek mümkündür. Bu çalışmada kamu kurumlarında farklıkların temsili olan temsili bürokrasinin bir toplumda katılımcı demokrasi ilkelerinin gerçekleşmesi sürecine katkı sunduğu varsayımından yola çıkılmıştır. Buna göre temsili bürokrasiyi içselleştirmiş, iyi kurgulamış bürokratik yapılarda, vatandaşın hizmetten yararlanma memnuniyetinin, hizmette etkinlik ve verimliliğin arttığı, hizmeti kendisinden biri olarak gördüğü bürokratlar elinden aldığında karar alım ve uygulama süreçlerine daha aktif katılım sağladığı sonucuna ulaşılmaktadır. Çalışmada öncelikle temsili bürokrasi kavramı pasif, aktif ve sembolik temsil olmak üzere farklı boyutlarıyla açıklanmıştır. Ardından kavram, tüm boyutlarıyla bir bütün halinde vatandaş katılımına olan katkısı bağlamında ele alınmıştır. Bu değerlendirme, alanda daha önce yapılan çalışmalar ve ortaya koyduğu sonuçlar üzerinden yapılmış ve temsili bürokrasi ile vatandaş katılımında meydana gelen değişim ve dönüşüm örneklerle ele alınmıştır.

Relevant
Factor Preventing Tradesmen from Investing in Eastern Anatolia: Low Density of Population

Erzincan Çayırlı ilçesinde bulunan esnafın geçmişteki yatırımları ve gelecekteki planları üzerine araştırma yapıldı. Farklı sektörlerde çalışan 12 esnaf ile görüşüldü. Esnafın yatırımlarını başlatma ve durdurma kararlarında ana faktör nüfus hareketliliğidir. Göreceli olarak tüketim ve ihtiyaç malzemeleri satan işletmeler ayakta kalmayı başarsalar da özellikle eğlence sektöründe olan kafe, restoran, internet kafe gibi işletmeler nüfustaki dalgalanmaya karşı yüksek hassasiyet taşımaktalardır. Ancak nüfus artmadığı ve bilakis göç devam ettiği için sektörden bağımsız olarak işletmeler yatırım yapmayı düşünmemektedirler. Yüksekokulun açılması ilçeyi hareketlendirmişse de Covid-19 ve genel olarak öğrencilerin ilçelere taleplerini düşürmeleriyle açılan işletmeler kapanmıştır. Esnafın yatırım yapılabilir gördükleri alan nüfusa dayalı olmayan sektörlerdir. Burada elde edilen çıkarımlara göre kamu politikası iki yönde olabilir. Birincisi kamusal idari birimler ve üniversiteler bu bölgelere taşınabilir. Özellikle üniversiteler açısından Batı Anadolu’daki kontenjanların azaltılması ve Doğu Anadolu’ya verilen kontenjanların arttırılması düşünülebilir. İkincisi üretim teşvik politikaları ile ilçe dışına satacak yerli girişimcinin üretimine destek olacak şekilde planlanabilir. Ancak bu desteğin satın alma garantisinin de kapsaması gereklidir. Çünkü Doğu Anadolu bir üreticinin bölgesinin dışına satış için pazar bilgisine ve dağıtım kanallarına ihtiyacı vardır

Relevant
Strategic Alliance of Science and Theology: Nonviolent Resistance to Global Challenges and Antagonism

The starting point of this paper is that science and religion, alongside social and political dynamics, have massive effects on global challenges such as conflicts (national, geopolitical, ideological, or religious), environmental matters, growing radicalism, nationalism, or influence social justice. Historically, the relationship between science and religion has recently ranged from conflict to hostility. The normative action of mutual understanding and the interaction and cooperation between science and religion depend primarily on the participants (non-politized theologians and scientists), in constructive dialogue, particularly regarding global issues. Conflicting narratives between science and religion is an opportunity for joint learning and contribution to a better world and a compassionate culture. Therefore, the leading ideas of the discourse across borders are the promotion of synergy between sciences and religions, as well as cooperation between nations in promoting a compassionate society – an empathetic civilization. Nonviolent dissent to global challenges should be involved in changing the power imbalance as a source of structural violence, but the practice of liberation must focus on social justice, sociopolitical stability, and critical human security. In facing global challenges, science and religion must have diplomatic value by promoting mutual understanding and using a common language through collaboration. Religious traditions, and science, strengthened by global non-religious spiritualism as the valuable means of general spiritual growth, should assert a culture of peace and dialogue for transnational challenges. However, material science and theology are not explicitly formative to growing radical nationalism, racism, conflicts, hegemonism, destruction of the earth, and socioeconomic inequality. The healthy strategic union between science and religion enforced by ethical and constructive politics can support and enhance the resolution of global issues and antagonistic practices. Such a normative-formative framework should ensure that knowledge is developed to advance human, social, economic, and environmental goals according to the moral principles of each religion.

Open Access
Relevant
Municipalities and Strategic Management: An Analysis in the Context of TR32 Region Metropolitan Municipalities

Stratejik yönetim, örgütlerin önceden belirledikleri hedeflere erişebilmeleri, orta ve uzun vadeli planlar yapma ve gelecekteki muhtemel gelişmeleri öngörerek hareket etmeleri bakımından oldukça önemlidir. Bu bağlamda kamu örgütleri tarafından stratejik yönetim anlayışının, örgüt kültürüne ve yönetim anlayışına ne derece etkide bulunduğunun incelenmesi gereken önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada konuya ilişkin olarak stratejik yönetimle ilgili kavramlar teorik açıdan ele alınarak, bazı büyükşehir belediyelerinin stratejik yönetime ilişkin dokümanlarında bu kavramlara ne ölçüde yer verilip verilmediği ile stratejik yönetim kültürünün ne derecede benimsendiği açıklanmaya çalışılacaktır. Çalışma kapsamında bir istatistiki bölge birimi olan TR32 bölgesindeki Aydın, Denizli ve Muğla büyükşehir belediyelerinin 2020-2024 stratejik planları ve her yıl sonu düzenlenen faaliyet raporları ele alınmış ve stratejik yönetim kültürü açısından analiz edilmiştir. Ancak söz konusu planlar döneminin ilgili büyükşehir belediyelerinin 2020 ve 2021 yıllarında yayınlanmış olan faaliyet raporlarıyla çalışma sınırlandırılmıştır. Bu doküman incelemesinden önce çalışmada ilgili teorik bilgiye değinme ve literatür taraması yapılmıştır. Ardından nitel veri yöntemi olan içerik analizi kullanılarak stratejik yönetimle ilgili belirlenen kavramların bu dokümanlarda kullanım düzeyleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ayrıca her bir büyükşehir belediyesinin ayrı ayrı incelenmesi sonrası elde edilen bulgular doğrultusunda belediyelerin karşılaştırılmasına yer verilerek değerlendirme yapılmıştır.

Open Access
Relevant
Representative Bureaucracy and Citizen Participation

Bir toplumda cinsiyet, ırk, etnik köken, dil, din vb. çeşitliliğin kamu hizmeti ifa etmekle görevli olan bürokratik yapıya yansıması ve bunun hizmetlere olan etkisi temsili bürokrasi kavramıyla açıklanmaktadır. Buna göre demografik yapının kamu bürokrasisine yansıması pasif temsili bürokrasi, bürokraside bu çeşitliliği temsil eden kişilerin alacakları karar veya uygulamalarında meydana getirdiği değişiklik aktif temsili bürokrasi ve bunun sembolik olmasının dahi olumlu sonuçlar ortaya çıkaracağı, bürokratın eylemine yansımasına gerek olmadığı üzerine odaklanan sembolik temsili bürokrasi olarak ele alınmaktadır. Bu noktada pasif temsili bürokrasinin oransal olarak bir toplumda demokrasinin gelişimine, aktif temsili bürokrasinin ise bu sürece katılımcı anlayışla ortaya çıkan hizmetler açısından katkı sağlayacağını söylemek mümkündür.
 Bu çalışmada kamu kurumlarında farklıkların temsili olan temsili bürokrasinin bir toplumda katılımcı demokrasi ilkelerinin gerçekleşmesi sürecine katkı sunduğu varsayımından yola çıkılmıştır. Buna göre temsili bürokrasiyi içselleştirmiş, iyi kurgulamış bürokratik yapılarda, vatandaşın hizmetten yararlanma memnuniyetinin, hizmette etkinlik ve verimliliğin arttığı, hizmeti kendisinden biri olarak gördüğü bürokratlar elinden aldığında karar alım ve uygulama süreçlerine daha aktif katılım sağladığı sonucuna ulaşılmaktadır. 
 Çalışmada öncelikle temsili bürokrasi kavramı pasif, aktif ve sembolik temsil olmak üzere farklı boyutlarıyla açıklanmıştır. Ardından kavram, tüm boyutlarıyla bir bütün halinde vatandaş katılımına olan katkısı bağlamında ele alınmıştır. Bu değerlendirme, alanda daha önce yapılan çalışmalar ve ortaya koyduğu sonuçlar üzerinden yapılmış ve temsili bürokrasi ile vatandaş katılımında meydana gelen değişim ve dönüşüm örneklerle ele alınmıştır.

Open Access
Relevant
The Effects of Cultural Differences on Discrimination in Education in Germany

İnsanlar gibi kültürler de farklılık gösterir. Göç, önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletlerin 2020 verilerine göre, uluslararası göçmen nüfusu, 271 milyon kişiye ulaşmış durumda. Bu insanlar, gittikleri ülkelere farklı kültürel özelliklerini de taşıyorlar. Ten renkleri ile kıyafetleriyle, farklı dilleri, sosyal ilişkileri ve dini inançları ile geldikleri toplum tarafından hemen fark edilip, yadırganıyorlar. Bunun en önemli sebebi ise onlara hiç benzememelerinin ve farklı olmaları olduğu söylenebilir. Bu çalışmanın amacı, Almanya’da kültürel farkların eğitimde ayrımcılık üzerinde etkilerini incelemektir. Araştırmada, Türk göçmen çocukları için ayrımcılık oluşturduğu düşünülen eğitimde imkan ve fırsat eşitliği, eğitim hakkı, genellik ve eşitlik gibi temel ilkeler ile Almanya’nın Türk çocukları için uyguladığı eğitim politikaları incelenmiştir. Bu amaçla, Almanya’da kültürel farkların eğitimde ayrımcılık üzerinde etkileri incelenmiştir. Araştırmanın temel hipotezi, “Almanya’da kültürel farkların eğitimde ayrımcılık üzerinde etkileri vardır” şeklindedir. Sosyal İnşacılık Kuramı çerçevesinde, betimsel yöntemin kullanıldığı araştırmada, problemle ilgili literatür taranmış, elde edilen veriler araştırmanın amacına uygun olarak değerlendirilmiştir. Araştırmanın sonunda, ulaşılan sonuçlardan en önemlileri şunlardır: Türk çocukları, Almanya eğitim sistemi içinde Alman ve diğer yabancıların çocuklarına göre nitelik ve nicelik olarak oldukça geri bir seviyededirler. Bunun en önemli nedenlerinden biri ayrımcılıktır. Bu ayrımcılığın en önemli nedeninin de kültürel farklılıklardan kaynaklı olduğu, bunun bilinçli olarak yapıldığı, Almanya’da uygulanan ve göçmenlerin eğitim durumunu iyileştirici politikalara, Türk çocuklarının diğer yabancı çocuklara kasıtlı olarak göre daha az dahil edildikleri söylenebilir.

Open Access
Relevant
Covid-19’un Dünya Finans Piyasaları Üzerindeki Etkisini Belirlemeye Yönelik Bir Analiz

Bu çalışmada, tüm dünyayı etkisine alarak küresel bir salgın haline gelen koronavirüsün, Dünya’nın farklı bölgelerinde bulunan ABD, Almanya, Çin, Japonya, Mısır ve Türkiye’deki borsa endekslerinin volatilitesinde ve likiditelerinde herhangi bir değişiklik oluşturup oluşturmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede ABD’de DOW30 Endeksi, Almanya’da DAX Endeksi, Çin’de SSE Bileşik Şangay Endeksi, Japonya’da NİKKEİ 225 Endeksi, Mısır’da EGX30 Endeksi ve Türkiye’de BIST100 Endeksleri üzerinde koronavirüs salgınının etkileri araştırılmıştır. Çalışmanın analiz sonuçları ve yorumlar ilgili ülkelerle sınırlı olup çalışmanın kısıtını oluşturmuştur. Söz konusu ülkeler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasından ve coğrafi konum açısından içinde bulunduğu bölgeyi temsiliyet gücü yüksek finansal piyasalar olduğu kabul edilerek analize seçilmiştir. Araştırma kapsamında incelenen her ülkede Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün açıkladığı ilk vakanın görüldüğü tarih baz alınmıştır. Her ülke için ilk vakanın görüldüğü tarihten 18 Kasım 2020 tarihine kadarki dönem için veri seti hazırlanmıştır. Pandemi öncesi ve sonrası farklılaşmayı belirleyebilmek için aynı sayıdaki veri kadar pandemi öncesi dönem veri seti de oluşturulmuştur. Böylece pandemi öncesi ve sonrası dönem için bir farklılaşmanın olup olmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Endekslere ilişkin getiri ve likidite serileri koşullu varyans modellerinden GARCH(1,1) ile tahmin edilmiş ve COVID-19 sonrasında ilgili borsa endekslerinin volatilite ve likiditesinde değişmelerin olduğu gözlemlenmiştir. Araştırmaya konu ülke borsa endekslerin hepsinin getiri serilerinin klasik finansal zaman serilerinde gözlemlenen kalın kuyruk ve çarpıklık özellikleri tespit edilmiştir. Ayrıca volatilite kümelenmeleri gözlemlenmiştir.

Open Access
Relevant