Abstract

Makalede böylesi temel bir perspektiften hareketle İslâm sanatlarında belirgin bir halde görülen irfânî boyutun derinliklerine dikkat çekilmektedir. İslam sanatları içerisinde tasavvuf sanatları diyebileceğimiz boyutta hem şekil hem de ruh bakımından daha özel yapıtlar da husule gelmiştir. Makalede bu temelden hareketle sıklıkla tasavvuf sanatı tabiri kullanılarak daha özel bir alana işaret edilmektedir. Makalede daha çok tümdengelim metodu kullanılıp, çözümleyici bir yaklaşım belirlenmiş, tenkit ve tahlil süzgecinden geçirilerek bir anlam katmanı örülmeye çalışmıştır. Makaleye öncelikle tasavvuf sanatının menşeinden bahsedilerek bir temellendirmeye gidilmiştir. Tasavvuf sanatının tarihsel dokusu ve ontolojik yapısı bakımından barındırdığı kutsiyete dikkat çekilmiştir. Tasavvuf sanatının dört temel argümana dayandığı ortaya konulmaktadır. Bunlar da güzellik, yaratıcılık, aşkınlık ve hayal yetisidir. Sûfîler sanatı bir güzellik uğraşısı ve güzelliğin ifade gücü olarak görmüşlerdir. En büyük sanatkârın Allah (c.c.) olduğu inancıyla hareket eden sûfîler, sanatlarındaki güzelliğin bir esma tecellisi olduğuna inanmışlardır. Onlar sanatı bir zuhur ve izhar ifadesi olarak görmüşlerdir. Âleme cemal nazarıyla bakan sûfîler, her şeyde Hakk’ın cemal sıfatının tecellilerini müşahede etmiş; bu müşahedesinin neticesinde İslâm sanatının şaheserleri vücut bulmuştur. İslâm tarihinde tarikatların bu başarısının kökeninde varlığa irfanî bakış yatmaktadır. Tasavvufta her kemal, cemali; her cemal de kemali gerektirmektedir. Dolayısıyla tasavvuf sanatında cemali kemalinden ayıramayız. Güzelliği sevme duygusu onlarda o kadar güçlüdür ki, müşahede ettikleri kusursuz güzelliği sanat eserlerinde yansıtmaya, güzellik serüvenine harici bir varlık kazandırmaya ve kendilerinde meknuz olan manevî hakikati bu âlemde görünür kılmaya çalışmışlardır. Tasavvuf bir bakıma güzeli arama gayretidir. Güzeller güzelini aramak, araştırmak ve O’nu müşahede etmek bitmeyen hasret olmuştur. Güzeller güzelini arama gayreti bazen nağme, bazen ahenkli söz, bazen çizgi ile ortaya konulmaktadır. Sonrasında bunlar, musikiye, şiire, hüsn ü hat ve tezhibe dönüşmektedir. Ortaya konan bu eserler daha çok “gönülden gönle yol vardır” kaidesine göre nesilden nesle aktarılarak bu ilahi nağmenin sürekliliğini sağlamışlardır. Tasavvufî eserlerin sanat iddiasında olmamalarına rağmen bu kadar kabul görmeleri, kitleler üzerinde etkili olmaları ve takdir toplamaları, geniş bir gönle, samimi bir duygu zenginliğine ve derin bir tefekkür dünyasına sahip insanlar eliyle meydana getirilmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. İslâm sanatlarındaki irfanî boyutun ikinci aşaması tasavvuf sanatının gayesi ile ortaya konulmaya çalışılmıştır. Sûfî gelenekte sanat estetiği ve hassasiyeti her fırsatta dikkat çekmekle birlikte, sûfîler sanatı bir amaç edinmemişlerdir. Onlara göre sanat bir vesiledir. Güzel sanatlarla önce göze, kulağa ve zihne hitap eden sûfîler sağlanan manevî atmosferle gönüllere sirayet etmenin çabasına bürünmüşlerdir. Güzel sanatların farklı dallarındaki icra, meşk ve başarılarıyla her insanın fıtratında yer alan estetik duyguları harekete geçirmişler, beşeri zevkin ilahi zevke bürünmesini sağlamışlardır. İslâm sanatlarında temerküz eden irfanî boyutun ele alındığı makalede üçüncü aşama olarak tasavvufî sanatın temel ilkelerine dikkat çekilmiştir. Bunların da dinî bir muhtevaya sahip olması, dinî üslubu şiar edinmesi, güçlü bir kutsiyete sahip olması, genellik ve şümul özelliğine sahip olması, remiz ve temsil yönünün bulunması, sembolizme dayanması, geleneksel olması, beyan tarzının vahiyden kaynaklanması ve duyguları tahrik etme amacı taşımaması olduğu ortaya konulmaktadır. İslâm sanatlarının irfanî boyutundaki dikkat çeken dördüncü unsur olarak sanat eserlerinin arkasında yatan sȗfȋ düşünceye yer verilmiştir. Makalenin irfanî boyut değerlendirmesinin beşinci safhasında tekkelerde yaşatılan sanat dünyasına dikkat çekilmektedir. Güzel sözün, güzel sesin ve güzel çizginin birleştiği en önemli adresin tekkeler olduğu vurgulanmış, tekkeler bediiyatın hazırlandığı mutfak, kaynadığı kazan ifadesiyle değerlendirmeye tabi kılınmıştır. Bu özelliklerinden dolayı Osmanlı tekkelerinin her biri de bir tür eğitim ve güzel sanatlar merkezi konumuna gelmişlerdir. Bu tekkelerde musikişinas, bestekȃr, şair, müzehhib, mücellid, hakkâk, nakkaş ve ebru ustası isimler yetişmiştir. Tekkelerde dervişler bir yandan kendi özgün sanat eserlerini ortaya koyarken, diğer taraftan da seyr u sülûk eğitimlerini gerçekleştirmişlerdir.

Full Text
Published version (Free)

Talk to us

Join us for a 30 min session where you can share your feedback and ask us any queries you have

Schedule a call