Sort by
Changing the Channe of Talent: Child Education in the Thought of Early Republican Period Writers İsmail Hakkı Baltacıoğlu and Ali Kami Akyüz

Erken cumhuriyet döneminde, nasıl bir toplum istiyoruz sorusu nasıl bir eğitim istiyoruz sorusundan bağımsız değildi. Genç cumhuriyet hasta adam imajından sıyrılmak ve savaştan çıkan yorgun halka çıkış yolu göstermek için, en önemli reformlarını eğitim alanında gerçekleştirmiştir. Çocuk olunmadan yetişkin olunmuyor kabulü, eğitim politikalarının çıkış noktası olarak değerlendirilebilir. Bu makale, erken Cumhuriyet dönemi eğitim politikalarında özel bir sınırlandırmaya giderek “çocukların terbiyesi” başlığına odaklanmıştır. Çalışma, belgesel tarama yöntemine dayanmaktadır. Cumhuriyet Gazetesinin 1938 ve 1939 tarihli baskılarında, Peyami Safa’nın amcası Ali Kami Akyüz tarafından “Çocuk Terbiyesi” başlıklı otuz iki (32) yazı kaleme alınmıştır. Yazılar “çocukların özellikleri”, “ceza”, “okul-öğretmen- aile”, “irade- itiyat” şeklinde dört temaya ayrılmıştır. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun “Çocukların Terbiyesi” kitabı, dijital içerikleri desteklemek için değerlendirmeye alınmıştır. Çalışmada ulaşılan sonuçları özetleyecek olursak; otorite, itaat, disiplin ve düzen, pedagojik kaygılar temelinde irdelenmiş, eşdeğer kavramlar ile açıklanmıştır. Şöyle ki otoritarizm otorite ile itaat-korku ise hürriyet-saygı ile eşlenmiştir. Bu eşlemeye bağlı olarak sert bir disiplin yerine liberal disiplinin detaylarına inilmiştir. Rejime sadakatin korku ile değil hürmet temelli olması, metinlerin geneline hâkimdir. Haksız ceza, oyun/teneffüs hakkının gaspı, çocuklar için hürriyetin kaybıdır. Cılız vicdan eğitiminin yardımcı kuvveti olan ceza, adalet duygusunu beslemeli, çocuğun onurunu kırmamalı ve en son çare olarak düşünülmelidir. Cezanın son durağı olan şiddet/dayak ise yazarlar tarafından reddedilmektedir. Okul âleminin güneşi olan öğretmenler ise sürecin hâkim rolündedir.

Relevant
Environmental Ethics and the Responsibility of the Media Towards Animal Rights: The Case of Turkish Newspapers

Günümüzde ekolojik sorunlar, doğayı ve tüm canlı yaşamını tehdit edici seviyelere ulaşmıştır. Zamanında ve etkili önlem alınmazsa gün geçtikçe dünyayı daha ciddi ekolojik sorunlar beklemektedir. Ekolojik yaklaşımlar, doğayı oluşturan her bir unsura değer vermeyi, insanın diğer canlı türlerinin yaşam alanına ve yaşam hakkına müdahalesini sorgulayan etik yaklaşımları da içermektedir. Bu yaklaşımların en temel amacı doğayı oluşturan her unsurun yaşamını korumayı amaçlayan sosyal politikalar için etik temeller sağlamaktır. Bu bağlamda hayvan hakları da doğal haklar kapsamında değerlendirilmekte ve ekolojik yaklaşımların alanına girmektedir. Türkiye’de hayvan hakları birçok tartışmalı yasayla somutlaştırılmaya çalışılmakta ve çeşitli platformlarda tartışılmaktadır. Bu tartışmaların toplumsal ve politik gündemde yer almasında etkili olan temel unsurların başında medya gelmektedir. Buradan hareketle bu çalışmada, Türkiye’deki hayvan haklarının medyada nasıl ele alındığı incelenmiştir. Çalışmada öncelikle konunun teorik arka planı üzerinde durulmuş, daha sonra örneklem olarak tirajı en yüksek gazeteler olarak Hürriyet, Sabah ve Sözcü gazetelerindeki hayvanlara yönelik haberlerin içerik analizi yapılarak soruna ilişkin öneriler sunulmuştur. Ekolojik yaklaşımların alanına giren hayvan hakları ve bu hakların medyada ele alınış biçimi bu çalışmanın konusu olmaktadır. 
 Toplumsal konulardan biri olan hayvan haklarının ekolojik yaklaşımlarla bütünsel olarak ele alındığı ve medya metinlerinin içerik analizi ile incelenerek sonuca ulaşıldığı bir çalışma olarak iletişim bilimleri alanında literatüre katkı sağlamak bu araştırmanın amaçları arasındadır. Bu önemden hareketle araştırmada, Türkiye’deki hayvan hakları sorunlarının basına nasıl yansıdığı ve bu konuyla ilgili haberlerin nasıl çerçevelendiği incelenmiştir. Önce haklar konusunun ve ekolojik yaklaşımların teorik temeli üstünde durulmuş, daha sonra incelenen gazetelerdeki hayvan hakları sorunu ile ilgili haberlerin içerik analizi bulguları değerlendirilmiş ve bu konuda medyanın sorumluluklarına ilişkin öneriler sunulmuştur.

Relevant
The Effect of Postmodern Consumption Habits on the Perception of Beauty

Bu çalışmanın amacı postmodern tüketim alışkanlıklarının güzellik algısına etkisini belirlemektir. Çalışma nicel araştırma türü olan genel tarama modeline göre yürütülmüştür. Araştırmanın örneklem grubu Türkiye’de ikamet eden 18 yaş üstü 409 bireyden oluşmaktadır. 2022 yılı Temmuz-Aralık ayları arasında online ortamda toplanan veriler Google Formlar aracılığı ile elde edilmiştir. 4 bölümden oluşan anket formunun 21 sorusu medya kullanımı ve gündelik yaşam alışkanlıklarını ölçmeye, 7 tanesi ise demografik bilgilere yönelik tanılayıcı sorulardan oluşmaktadır. 11 soruluk kişisel güzellik algısı ile 22 soruluk ideal güzellik algısını ölçmek için hazırlanan sorular 5’li likert ölçeği kullanılarak oluşturulmuştur. Araştırmada kullanılan ideal güzellik algısı ölçeğine göre en yüksek ortalama puana sahip ifadelerin “Spor ve diyet yapan sağlıklı beslenen kadınları daha güzel ve çekici buluyorum” ve “Güzel dişlere sahip kadınları ve erkekleri daha güzel ve çekici buluyorum” olduğu tespit edilmiştir. En düşük ortalama puana sahip ifadeler ise “Dövmeli erkekleri daha yakışıklı ve çekicidir” ve “Dolgun dudaklı kadınları daha güzel buluyorum” olarak tespit edilmiştir. Kişisel güzellik algısı ölçeğine ait ifadeler değerlendirildiğinde ise en yüksek ortalama puana sahip ifadelerin “Gözlerimi- kaşlarımı beğeniyorum” ile “Dudaklarımı beğeniyorum” olduğu görülürken, “Cildimi beğeniyorum” ve “Kilomdan memnunum” ifadelerinin en düşük ortalama puana sahip ifadeler olduğu tespit edilmiştir.

Relevant
Transubstantiation and Reincarnation in Classical Turkish Poetry

Ölüm karşısında çaresiz kalan ve ölüm acısını hafifletmek için uğraşan insan, farklı düşünceler, inançlar geliştirmiştir. Eski inanışlarda yaygın olan spiritüel düşünceler bu bağlamda giderek önem kazanır. Bunlardan en önemlileri tenasüh ve reenkarnasyondur. Çünkü bu anlayışlar, semavî dinlerle beraber bağımsız olarak yayılma alanı bulmuştur. Dolayısıyla göz ardı edilmemesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkar. Dünya geneli ve özellikle Hindu inanışlar göz önünde bulundurulursa milyarlarca insanın bu anlayışı inanç olarak gördüğü söylenebilir. Bu konu, doğrudan veya dolaylı, klasik edebiyat şairleri tarafından sıklıkla işlenir. Reenkarnasyon anlayışı, Heterodoks İslam anlayışına yakın şairlerde belirgindir. Tenasüh ise her kesimden şair tarafından daha çok sanat amaçlı kullanılır ve ölüm karşındaki beklenti dile getirilir. Fakat buna rağmen edebî alanda bu konuyla ilgili tatmin edici çalışmaların olduğu söylenemez. Yapılan çalışmaların çoğu ilahiyat alanında olup Kur’an’ın bu konuya yaklaşımıyla ilgilidir. Dolayısıyla bu çalışmada; biraz göz ardı edildiğini düşündüğümüz bu konu ele alınacaktır. Öncelikle tenasüh ve reenkarnasyon hakkında kısa bilgi verilerek şiir örneklerine geçilecektir.

Open Access
Relevant
Kieslowski’s Cinema in the Context of The Sociology of Emotions: Three Color Trilogy

Araştırma, Polonyalı yönetmen Kieslowski’nin Üç Renk Üçlemesi üzerinden sinemasında duyguların rolünü analiz etmek amacıyla yapılmıştır. Kieslowski, “insanlığın ortak değerleri zannedildiği gibi din, dil, ırk, bayrak değil; acı, keder, sevinç, aşk gibi kavramlardır” demekte ve sinemasını bu temel felsefe üzerine biçimlendirmektedir. Filmlerinde büyük anlatılara, politikaya ve toplumsal yapılara değil; bireylerin küçük ve öznel dünyalarına yer veren bir isimdir ve bireylerin varoluş çabası ile ilgilenmektedir. “Benim asıl umursadığım şey, insanın bireysel varlığı” demektedir. Duygular sosyolojisi ise insan davranışlarının dinamiklerini ve toplumsal organizasyondaki etkileşim süreçlerini anlamada önemlidir. Duygular, toplumsal yapıdan ari, içsel ve öznel tepkiler değildir. Duygulanım biçimleri, toplumsallaşma sürecinde öğrenilmekte ve kültürel kalıpları da geleceğe taşıyan bir işlev görmektedir. Duygular toplumsal değerlerden, ahlaktan ve düşünüş biçimlerinden bağımsız ele alınamamaktadır. Ancak bu tespit, duygular üzerindeki sosyal etkilerin determinist bir yapıyla öznel iradeyi yok sayar biçimde iş gördüğü anlamına da gelmemektedir. Duygular, bireyselden toplumsala giden yolda önemlidir ve yaşam, duygular üzerine inşa edilir. Kieslowski, bu farkındalığı sinemasına etkileyici biçimde yansıtmış bir yönetmendir. Betimsel literatür taraması ile Kieslowski sinemasında anlam arayışının duygular sosyolojisi ile ilişkisi ortaya konulmuş ve Üç Renk Üçlemesi, Auteur eleştiri tekniği ile analiz edilmiştir. Araştırma neticesinde Kieslowski’nin auteur olarak tanımlanmasını sağlayan sinematografik üslubunun ve anlatı yapısının duygulara dair tüm öğeleri taşıdığı görülmüştür.

Open Access
Relevant
The Basic Philosophy and Dialectics of Modernization Movements in Ottoman Culture and Education

Bu çalışmada Osmanlı’da var olan kültür ve eğitim alanında yapılan modernleşme hareketlerinin köken, gelişim ve diyalektik evrimine odaklanılmıştır. Bu araştırmada Osmanlı kültür ve eğitim felsefesinin sahip olduğu ontolojik ve epistemolojik köken, gelişim ve diyalektik evrim sürecine ve Osmanlı kültürünün girmiş olduğu yabancılaşmanın, diyalektik olarak aşılması problemine odaklanılmıştır. Osmanlı kültür ve eğitim felsefesinin öncelikli amacı, “düzen, otorite ve disiplin” bağlamında var olan “dengeyi” koruma olmuştur. Bu idealist-spritüalist gelenek içinde, İslam felsefesinden aktarılan ve imparatorlukta büyük bir gerilemeye neden olan “zaman, ilerleme, yaratılış, gerçeklik, akıl, özgürlük, ilerleme, değişim, denge, otorite, çalışmak, üretmek” gibi kavramlar dogmatik olarak belirlenmiştir. Öncelikle İslam felsefesinden kaynağını alan bu geleneksel sistem, zaten durağan bir felsefe ve bilimsel miras devralmıştı. Orta Asya Türk geleneği, Bizans etkisi ve İslam felsefesinin kültürel ve eğitimsel olarak sentezi noktasında yapılan üst yapısal bütün eğitimsel doktrin uygulamaları bu üç kaynaktan beslenmiştir. Temelde zaman kavramı, ilerleme, kâinatın yaratılması, dünyaya müdahale etmeme, gerçeklik kavrayışı, kader, yaratılış, gibi İslam ontolojisi temelinde gelişen Osmanlı eğitim doktrini, temelde bu metafizik ontolojinin üzerine konumlanmış dar bir epistemolojinin içine sıkışmıştır. Bu sistem, yeni bir bilgi üretemez. Bu sistem içinde gerçeklik alanının “kâinat - görüntü (zahiri) ve idea (batini)” olarak ikiye ayrılması Platon ve Yeni Platoncu bir düşünceden gelse de, Batı Ortaçağ Skolastisizmi’ndeki gibi maddesel dünyaya değil, görüntünün ötesinde olan, asıl gerçekliğe, “idea-Allah’a” odaklanmıştır. Osmanlı’nın, hem ulusal bir “kültür, eğitim ve felsefe” geleneği oluşturabilmesi hem de İslam, “bilim ve felsefe” geleneğinin duraklamasını aşılabilmesi ancak kendisini olumsuzlaması ve modernleşme hareketlerini amacına ulaştırabilmesiyle mümkün olacaktır.

Open Access
Relevant