Abstract

Geleneksel Ortadoğu siyaset üslubunun yüzlerce yıl kabul gören ayırıcı yönü, halkın mustarip bulunduğu bir konu hakkında gerek bireysel gerekse çoğul biçimde şikâyetlerini yönetim katına ulaştırabilmesi olmuştur. Böylece, bir yandan padişah ve çevresindekiler halkın yakınmalarını göz önünde bulundurabilmişler, diğer yandan da halk gerektiğinde küçük bir pusula kaleme alarak yetkililere teslim etmek suretiyle derdini padişaha aktarabilmiştir. Dahası, Osmanlı’daki temel devlet kurumlarından biri olarak hizmet veren Divân-ı Hümâyûn’un aslî görevi halktan gelen şikâyet ve önerileri doğrudan padişahın huzurunda tartışmaya açmaktı. Osmanlı şikâyet mekanizmasının en fonksiyonel taraflarından biri ise Cuma Selamlığı idi. Burada, halk arz-ı hâl veya rik\=a‘, ruk‘a, mahzar, kâğıt ve son dönemlerde bazen arîza adı verilen maruzat pusulalarıyla padişahtan beklentilerini dile getirirdi. Bu, padişahın reaya üzerindeki otoritesini pekiştirmenin de bir yoluydu. Zira bu dilekçelerin sık sık toplanması bir padişahın halkıyla ne kadar ilgilendiğinin, onları ne kadar önemsediğinin de sembolü oluyordu. Arz-ı hâller hem en başından beri aracı bir bürokrasinin padişah-halk ilişkisinin nabzını tutmasına zemin hazırlamış hem de politik gücün aşındırılması ve sürekli olarak yeniden üretilmesi anlamında halkı iktidarın zenginliği ve gözetimine bir kertede ortak etmiştir. Bu çalışma, II. Abdülhamid (1876-1908) döneminde halk tarafından padişaha sunulan maruzatları ve bu arzların idarî sistem açısından önemiyle bir iktidar pratiği olarak nasıl işlevselleştiğini göstermeyi amaçlamaktadır.

Full Text
Published version (Free)

Talk to us

Join us for a 30 min session where you can share your feedback and ask us any queries you have

Schedule a call