Abstract

İslâm öncesi Arap düşünce yapısında ve inanç ikliminin oluşumunda, her ilkel toplum yaşamında olduğu gibi tabiatın domine ettiği doğal faktörlerin payı büyüktür. Bununla birlikte İnsanın yaşam seyrinde son derece etkin olan bu faktörlerin yanı sıra, kuşkusuz toplum yapısına bağlı olarak yapılacak incelemelerde, bakış açısına göre niceliği değişiklik gösteren ve toplumun içinden çıkan, toplumdan ilham alan ve toplumun güç merkezi olarak kolektif davranışlar ve düşünce sistemi üzerinde pay sahibi olan “sosyal aktörler” diyebileceğimiz unsurlar vardır. Çalışmamızın konusunu oluşturan ve İslâm öncesi Arap toplumunda Arap düşünce yapısının inşasında ve inanç ikliminin oluşumunda ağırlığı bariz bir şekilde hissedilen ve sivrilen özellikle üç sosyal aktör, kadim Arap tarihi boyunca birey ve toplum davranışlarını kalıtsal bir güç gibi etki altına almışlardır. Amacımız, İslâm öncesi toplumsal hayatı bütün genişliği ile kuşatan tüm unsurları irdelemek yerine, varlıkları ile birlikte etkinliklerinin de toplumbilimsel yönü dikkati çeken sosyal aktörlere odaklanmak ve böylece İslâm öncesi yaşamın dinî sosyolojisine ilişkin bir panorama ortaya koymaktır. Dolayısıyla bu çalışmada, sosyal gerçeklikleriyle İslâm öncesi Arap inanç ikliminde etkili olmuş bu üç sosyal aktörün ne tür bir sosyal kişiliğe sahip oldukları, toplumsal kimlik ve sosyal statülerinin temelinde yatan sosyolojik bileşenler ele alınmıştır. 
 Bu aktörlerin ilki, ‘atalar’dır. Atalar, bireylerin bilincini kuşatan, haleflerce kendilerinin mutlak surette takip edilme zorunluluğu olan ve kutsallık atfedilen varlıklardır. Babadan başlayan ve en büyük ve mitolojik ataya varan piramidin her bir katmanı birey için son derece önemlidir. Bu, onların toplumsal değerleri, kuralları ve normları edinmeleri ve böylece sosyalleşmeleri için büyük önem arz ederken, sağladıkları pratik davranış kodları ve anlamlı bilgiyi hazır bulmuşluklarıyla da ilgilidir. Bu anlamda atalar en önemli, en sağlam ve en güvenilir bilgi kaynağıdır ve İslâm öncesi Arabın yaşamsal zorluklarla baş etmesinin ve Arap karakteristiğinin toplumda belirginleşen kutsallığının önemli bir dinamiğidir. Toplumda mitolojik kişilikleriyle önemli karar vericiler olarak birey ve toplum davranışlarının kılavuzu ve dinler tarihçilerinin “atalar kültü” dedikleri, korku, saygı ve tazim mercileri idiler.
 Doğuştan gelen ya da kişisel kabiliyetlerin yanı sıra, öğrenilebilen özelliklerle anlamlandırılan kâhinlik, bir diğer sosyal kişilikti. Kâhinin gücü, onun doğaüstü güçlerle girdiğine inanılan kontağın dikte ettiği yeteneklerinden ileri geliyordu. Kâhin, bu gücün sahibi olarak toplum bilincine yaptığı ürküntü veren baskının öznesiydi ve kâhin cinlerle irtibat halindeydi. Cinler ise topluma korku salan, kendisinden çekinilen ve geleneksel tasavvurun kutsadığı gizemli varlıklardı. Dolayısıyla gücün somut biçimini simgeleyen nesneler ya da garip cisimler bu gizemin kâhinde somutlaşan yönüydü. Bununla birlikte bu çekincelerin kâhini bağlayan ve bu imtiyazlı sosyal statüsünü korumak zorunda bırakan sorumluluklara eşlik etmesi de kaçınılmazdı. Dolayısıyla İslâm öncesinin sosyolojik anlamda kudretli aktörü kâhin, toplumun kendi üzerine konuşlandırdığı vasıfların, ona bahşedilen statünün ve üstünlük algısının, doğal olarak da kendisinden olan toplumsal beklentilerin farkındalığıyla bilinçli işlevler üstlenmişti. Bireysel ve sosyal sorunların çözümünden bireyler ya da gruplar arası anlaşmazlıklarda hakemliğe; doğaüstü güçlerden kaynaklı olduğu düşünülen hastalıkların tedavisinden fikirlerin ve eylemlerin yol haritası olarak kolektif bilincin inşasına kadar birçok sosyal planlamada kâhinin fonksiyonları vardı. 
 İslâm öncesi Arap inanç ikliminin biçimlenişi ve kurumsallaşmasında etkili olan diğer bir sosyal aktör, bilgeliği, tarihçi ve edebiyatçı yönüyle sanatçı kişiliği, doğru bilgide ve davranışta tartışmasız otoritesiyle aynı etkin prestijin öznesi olarak şair de kâhin gibi, bu sıradanlığı aşan tartışmasız gücünü, cinlerle var olduğuna inanılan doğaüstü irtibatından alıyordu. Ondan da çekinilir, ilişkilerde titiz bir özene riayet edilirdi. Nitekim şairin sözü, yalnızca düşmanı değil, kendisine düşman olan herhangi bir kişi ya da grubu da yaydan çıkmış zehirli bir oktan daha etkili bir biçimde zarara uğratabilirdi. Aynı zamanda onun gücü, Arap insanının ruhunu okşayan sanatlı sözlerindeydi. Net, anlaşılır ve sanatsal bir dil ile canlandırdığı ve bilinçlerde soyut tarihsel olayların somutlaştığı; ataların kahramanlıklarının, yaşanan aşkların, savaşların, kısaca toplumun hafızası olarak geçmişe ve an’a dair var olan tüm sosyal olayların ve yaşanmışlıkların veri tabanıydı. 
 Bu anlamda gerek tarihsel gücüyle öne çıkan ataların, gerekse toplumun düşünce ve eylemleri üzerinde mutlak güç sahibi ve bir kanaat önderi olarak etkin olan kâhin ve şairin Kur’ân-ı Kerim ve Kitâb-ı Mukaddes’te de sözü edilen paradigmal özellikleri, yöntemimizin tarihsel kaynakları derinliğine irdeleme esası üzerine dayalı olmasını zorunlu kılmıştır.

Full Text
Paper version not known

Talk to us

Join us for a 30 min session where you can share your feedback and ask us any queries you have

Schedule a call