Abstract

Bu yazı rüyasız uykuyu bilincin çeperinde kalan bir fenomen, Edmund Husserl’in deyimiyle deneyimin bir sınır-durumu (Limesfall) olarak ele almaktadır. Fenomenolojik açıdan, rüyasız uyku bize gündelik hayatımıza şekil veren olağan deneyimlere özgü uyanık bilinçliliğin ardına geçmeyi dayatır. Uyurken bilinç asla ortadan kalkmaz. Dolayısıyla ölümden farksız ve bilinçten tamamen yoksun mutlak bir uyku teorik bir kurgudan ibarettir. Yazının birinci bölümünde felsefe tarihi boyunca rüyasız uyku hakkında görüş ileri süren filozoflar üzerinde durulmaktadır. Immanuel Kant’ın tam aksine John Locke rüyasız bir uykuya imkân tanır. Fakat rüyasız uykuyu bilinçsiz bir zihin hali olarak kabul eden Locke’dan farklı olarak felsefede uyuyan zihne bir duyarlık atfeden René Descartes, G.W. Leibniz ve (başlı başına üçüncü bölümü kendisine ayırdığımız) Husserl gibi filozoflar bilincin uykuda hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmayacağı tezini destekler. Ne var ki uykudaki zayıf bilinçliliği göz önünde bulundurmayı önleyen engellerin başında bilinci refleksiyonun bir başarısı olarak görmek gelir. Bilinci refleksiyona eşitleyen her yaklaşım uyurken tamamen bilinçsiz olduğumuz inancını destekleyecektir. Bunun sebebi uykuda refleksiyonun mevcut olmamasıdır. Oysa sadece uyanıkken mümkün olan refleksiyon faaliyeti ortadan kalktığında bile bulanık, edilgin ve cılız bir arka plan bilinci varlığına devam eder. Dahası, uyurken uyanabilmenin yegâne koşulu böylesi bir bulanık bilince zaten sahip olmamızdır. Uyanabilmek için bizi dışarıdan etkileyenin öne çıkıp bir fark yaratacak biçimde bilincinde olmak gerekir. 

Full Text
Published version (Free)

Talk to us

Join us for a 30 min session where you can share your feedback and ask us any queries you have

Schedule a call