Abstract

Hıristiyan Batı felsefesi ve teolojisi ekseninde tartışılan dini çeşitlilik meselesi 20. yüzyılın en önemli din felsefesi problemlerindendir. Bu tartışma çerçevesinde ortaya çıkan görüşlerden bir tanesi de dini tekelciliktir. Buna göre her din, mutlak hakikat ve kurtarıcılık konusunda kendisini ön plana çıkartmakta, diğer din mensuplarını ise ya hiç hesaba katmamakta ya da diğer dinleri kendi dinleri çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Bu çerçevede İslam dininin inanç sisteminin oluşmasında önemli payı olan Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin görüşleri, İslam’ın bu meselelere yaklaşımı açısından oldukça kayda değerdir. Mâtürîdî, değişmeyen, yaratılmışlara benzemeyen, cüzlerden oluşmayan, tüm mahlukatın kendisine muhtaç olduğu ancak kendisinin her şeyden müstağni olduğu, zâtî hüviyete sahip gayri maddî bir ulûhiyet anlayışına sahiptir. Mâtürîdî’ye göre Allah, zâtında ve sıfatlarında bir ve tek olup, yaratılanlara benzemesi söz konusu olmayan bir varlıktır. Mâtürîdî, Tanrı’yı, Yahudiler gibi yaratılanlara benzeterek antropomorfik bir uluhiyet anlayışını veya Hıristiyanlar gibi ontolojik olarak tek kabul edip daha sonra cisimle şekillenmiş bir varlık olarak düşünmeyi tevhîd ilkesine aykırı görmektedir. Bu açıdan Mâtürîdî, Yahudi ve Hıristiyanların tevhîd inancını tahrif ettiklerini düşünmektedir. Ona göre tevhîd geleneğini koruyarak günümüze taşıyan tek din İslam’dır. Mâtürîdî, İslam’la özdeşleştirdiği tevhîd dinini delil, şahit ve ispata dayanan, bundan dolayı doğru, gerçek, makul, değişmeyen ve değişmeden kalacak olan din şeklinde tarif etmektedir. Buna göre tevhîd dini, tüm peygamberlerin hepsine ortak olarak gönderilen, kulluğun yalnızca Allah’a yapılmasını emreden, her türlü şirk unsurundan uzak olan, değişikliğe uğraması asla mümkün olmayan, delillerle dimdik ayakta duran dindir. Mâtürîdî, tevhîd dinini aynı zamanda taklide değil, delil ve burhana dayanan akıl dini şeklinde de tarif etmektedir. Ona göre akıl, insanı tevhîde davet eder. Bununla birlikte dinin, ibadet ve muamelatla ilgili bilgilerini insanlara açıklayacak kişilere ihtiyaç vardır ki onlar da peygamberlerdir. Tüm peygamberler kendi dönemlerinde tevhîdi gerçekleştirmek için gönderilmiştir. Bu bakımdan tüm peygamberlerin dini bir ve tektir. Fakat onların şeriatları farklıdır. Şeriatlardaki çeşitlilik ve farklılık dinde ihtilaf veya çelişki olduğu anlamına gelmez. Zira tüm peygamberlere vahyedilen ortak payda şeriat değil, dindir. Peygamber değiştikçe şeriat değişir ama din aynı şekilde devam eder. Şu hâlde Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm dinlerin aslı tevhîddir. Bu bakımdan Mâtürîdî, Allah’ın birliği, kulluğun yalnızca ona yapılması ve Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar şeriatların süregelen devamlılığı konusunda net bir düşünce ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Mâtürîdî açısından dini tekelciliğin, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar süregelen vahyin yani mutlak hakikatin tekliği anlamına geldiğini söylemek yerinde olacaktır. Sonuç olarak Mâtürîdî’nin İslam’ın doğruluk ve hakikat merkezli teolojik iddiasına tekelcilik, hususiyetçilik ya da dışlayıcılık değil, tevhitçi anlayış ya da mutlak hakikat denilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

Full Text
Published version (Free)

Talk to us

Join us for a 30 min session where you can share your feedback and ask us any queries you have

Schedule a call