Abstract

Özet
 Bu çalışma, Türkiye ve Yunanistan arasında uzun süredir devam eden Ege Adaları uyuşmazlığını incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma söz konusu uyuşmazlığı tüm yönleri ile ele almamaktadır. Çalışmanın ana odağı egedeki durumu belirsiz adaların durumu, iki ülkenin karasuları ve kıta sahanlığı sorunlarının çözümü üzerine yoğunlaşmaktadır. Lozan Barış Antlaşması ve Paris Barış Antlaşması yorumlandığında, açıkça zikredilmeyen adaların Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Ege’de 150 ada, adacık ya da kayalık bulunmaktadır. İki ülkenin kıta sahanlığı uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması konusunda, Uluslararası Adalet Divanı kararları incelenmelidir. Bu çerçevede mahkeme, ortay hat prensibinin her davada uygulanamayacağını ve hakkaniyete uygun çözümlerle sorunun çözülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu noktada coğrafi, hukuki ve siyasi şartlar dikkate alınmalıdır.
 Giriş
 Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun kadim mirasını devralmış bir devlettir. Bu yönüyle tarihi ve coğrafi bir misyonu ve geçmişten tevarüs ettiği bir politik vizyonu bulunmaktadır. Bu çerçevede, imparatorluk bakiyesi olarak telakki edilen, eski tabiyetleri ve bugünün komşu devletleri ile de bu çerçevede geliştirdiği ikili ve bölgesel ilişkileri bulunmaktadır. Fakat aynı komşu ülkeler ile Türkiye arasında, yine geçmişten miras kalan ve çözüm bekleyen problemler de bulunmaktadır. Bunlardan biri de Yunanistan ile, 1829 yılında bağımsızlık kazanmasından itibaren, önce Osmanlı ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti arasında tecrübe edilen Ege Denizi hâkimiyeti meselesidir. 
 Yunanistan, antik Yunan medeniyetinden başlayarak Ege Denizi’nde 3000 yıllık bir geçmişi olduğunu ve bu nedenle Ege’nin bir “Yunan Gölü” olduğunu savunmaktadır. Bu çerçevede Yunanistan, Ege Denizi’ndeki egemenlik alanını genişletebilmek adına, karasularını 6 milden 12 mile çıkarmayı amaç edinmektedir. Ayrıca Ege Denizi’nde bulunan pek çok irili ufaklı ada, adacık ve kayalıklarının ana karaya bağlı olduğunu, dolayısıyla egemenliğinin başlangıç noktalarının da bu adalardan itibaren sayılması gerektiğini iddia etmektedir. Kaldı ki Lozan ve Paris Barış Antlaşmaları ile açıkça zikredilmemiş pek çok adanın da kendisine ait olduğunu iddia etmektedir. Açıktır ki bu iddia, deniz sınırlarının önemli bir kısmını teşkil eden Türkiye’nin Ege Denizi üzerindeki egemenlik haklarını ve kullanım imkânlarını önemli ölçüde sınırlandıracak bir iddia olarak karşımıza çıkmaktadır. 
 Çalışma, yukarıda adı geçen iki iddia hakkında Türkiye ve Yunanistan’ın iddialarını incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın “I. Devlet Kavramı ve Devletin ‘Deniz Ülkesi’” başlığı altında öncelikle devletin tanımı ve devletlerin ülkesini oluşturan deniz sınırlarının ne olduğu, bu çerçevede alanı ilgilendiren “karasuları”, “kıta sahanlığı” ve “münhasır ekonomik bölge” gibi terimler izah edilmektedir. Akabinde ise “II. Ege Denizi’nde Yunanistan ve Türkiye’nin İddiaları” başlığı altında, bu terminolojiden hareketle iki ülkenin iddiaları incelenmektedir. Son olarak “III. Uluslararası Yargı Kararları Çerçevesinde Konunun İncelenmesi” başlığı ile konuya dair Uluslararası Adalet Divanı kararlarından örneklere değinilerek konu tahlil edilmiştir.
 Sonuç 
 Çalışma Türkiye ve Yunanistan’ın Ege Denizi üzerindeki uyuşmazlıklarının adaların sahipliği ve ülkelerin karasuları hakkındaki görünümlerini incelemiştir. Bu çerçevede bazı sonuçlara ulaşılmıştır. Bu sonuçlardan birincisi, uyuşmazlıkların öncelikle Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleştirilecek antlaşmalar sonucuyla çözüme kavuşturulması gerekmektedir. 
 Çalışmanın ulaştığı ikinci sonuç sahipsiz adalar ile ilgilidir. Hem Lozan Barış Antlaşması hem de Paris Barış Antlaşması’nda belirli adalar, belirli ülkelere verilmiş iken pek çok ada ismen zikredilmemiştir. Bu zikredilmeyen adalar ile ilgili olarak Türkiye ve İtalya arasında yapılan 1932 tarihli antlaşmalar ise yürürlüğe girmemiştir. Dolayısıyla hareketsizlik, önceki statükoyu geçerli kılar. Bu ise bu adalaların Osmanlı İmparatorluğu’na ait olması, dolayısıyla Türkiye’ye devredildiği gerçeğidir.
 Yunanistan’ın karasuları ile ilgili tek taraflı olarak 6 millik sınırılı 12 mile çıkarma yetkisi bulunmaktadır. Türkiye’nin “yarı-kapalı” deniz iddiaları, sözleşmelerin hazırlık aşamalarından görüldüğü üzere ne yazık ki kabul görmemiştir. Fakat 12 mil şeklinde karasularının ilan edilmesi durumunda Ege Denizi neredeyse tamamen Yunanistan’ın egemenliğine girecektir. Dolayısıyla hem karasuları konusunda hem de iki ülkenin kıta sahanlığı konularında UAD’ın kararları çerçevesinde ortay hat ya da eşit uzaklık prensipleri uygulama alanı bulamaz. Bunun yerine iki ülkenin de menfaatine olacak şekilde hakkaniyetli bir bölüşüm tercih edilmelidir.

Full Text
Published version (Free)

Talk to us

Join us for a 30 min session where you can share your feedback and ask us any queries you have

Schedule a call